Toplumların
sahip oldukları değerler yaşadıkları coğrafyaya işlenmiş
medeniyet kırıntılarının birer yansımasıdırlar. Bu yüzdendir
ki batıda gelişmişlik belirtisi olarak gösterilen şey doğuda
kültürsüzlük; doğuda gelişmişlik seviyesi olarak addedilen şey
batıda çağdışı olmak şeklinde değerlendirilebilmektedir.
Bununla
birlikte imparatorluk seviyesine ulaşmış devletler büyük
medeniyet temellerinin üzerine inşa edilmiş, hatta bunlardan
birkaçı kendi medeniyetini inşa edecek seviyeye ulaşmışlardır.
Batının demokrasi anlayışında doğrudan demokrasinin etkili
olması Osmanlı medeniyet havzasında vücut bulmuş Türkiye
Cumhuriyeti’nde ise ‘’doğrudan demokrasi’’ felsefi alt
yapısının hazmedilememiş olmasında medeniyet farklılıkları
söz konusudur. Nitekim batının sahibi olduğu maddiyatçı
demokrasi modelinde demokrasinin tam olarak yansıtılabilmesi için
parlemento ve/veya başkanlık seçimleri yeterli gelmemekte
toplumlar sivil toplumun desteğine ihtiyaç duymaktadırlar.
Yıllar
yılı gelişmişlik seviyesini ‘’batının demokrasiye ulaşma
yolları’’ üzerinden tanımlamaya çalışan geçmişten kopuk
nesil ve müfredat tüm geri kalmışlığımızın sebebidir.
Nitekim toplumun refaha erişmesi için batılı devletleri taklit
etmek acziyetliği bizlerin zihni ve bedeni enerjisinin tüketmiş
toplumu kendine güvensiz hale sokmuştur.
12
yıllık yükselen ivmemizin sebeplerinden en büyüğü toplumun
harcında olan hizmetlerin gün yüzüne çıkarılmış olması,
salt batı taklitçiliğinin reddedilmiş olmasıdır. Akılcılığı
gelişmek için tek yol olarak gören geçmişi güdük toplumlar
karşısında Türk toplumu aklın ve vicdanın ortak egemenliğini
kabul eden tüm faaliyetlerde lider sıfatının kazanmıştır. İşte
bu noktada Osmanlı Medeniyet havzasının kırıntıları bir bütünü
oluşturmaya doğru ilerlemeye başlarken nev-i şahsına münhasır
tabiatımız devreye giriyor ve temelimizi oluşturan devlet yönetim
sistemimiz ortaya çıkıyor. Şeyh Edebali’nin Osman Gazi’ye
vasiyeti hepimizin hatırındadır ve biliyoruz ki Şeyh Edebali
‘’insanı yaşat ki devlet yaşasın’’ demektedir. Bu
vasiyeti bilmemize rağmen Osmanlı’nın kuruluş beyannamesi
olarak sayılan bu vasiyet günümüz düşünürleri tarafından
yeterince doğru yorumlanamamıştır. Zannedilenin aksine burada
hedeflenen salt ‘’sosyal
devlet’’
olgusundan çok daha geniş bir olgudur. Burada ifade edilmek istenen
yönetirken
hem halk ol hem önder, hem hak ol hem de halka bir nefer
anlayışıdır.
İşte bu noktada bizim terimimiz ön plana çıkıyor. Başarı ve
başarısızlık arasındaki ince çizgi… İşte bu çizgi ‘’adil
demokrasi’’ anlayışıdır.
ADİL
DEMOKRASİ
Türkiye
Cumhuriyeti’nin kurucu kadrolarının hakkını yememek lazım .
Onlar da demokrasi anlayışını kendilerine göre yorumlamışlardı.
Lakin bu yorumlama halkı yansıtmak için değil halkı sindirmek
içindi. Halkı sindirmek için olduğu gibi 1946’da açık oy
gizli sayım kuralı getirilmiştir. Ama zaten bu olay hepimizin
hatırındadır. O zamanki kadroların bir daha seçilmek için nasıl
kumpaslar ve darbe senaryoları planlamış olduklarını hatta bu
planlarını nasıl uygulamaya koyduklarını hepimiz biliriz.
Türkiye’nin o zamanlar nasıl aciz bir ülke olduğunuda
hatırlarız. Biliriz bilmesine de bizden önceki neslin
korkaklığından mıdır muhakeme yeteneklerinin noksanlığından
mıdır bilinmez hep aynı seneryoların tekrarlanmasına müsaade
edilmiş adil demokrasi anlayışının hayata geçmesi sekteye
uğratılmıştır.
Bu
ülke 12 yıldır özünün arayışlarına girmiştir. Taklitçiliğin
ve halkı hor görmenin kapandığı halkı hor görenlerin rezillik
yarışına kapıldıkları bir gündür bu günler. Anadolu’nun
ücra köşelerinden medeniyetin payitahtına, bürokrasinin
başkentinden Ortadoğu ve Balkan’lardaki dede yadigarı
kardeşlerime kadar herkesin ruhen ve bedenen desteğe koştukları
bir hareket bugün demokrasiyi demokrasi olduğu için değil adil
olduğu için kucaklamanın refahını bizlere aksettirmektedirler.
Elbette bu hareketin eksik kaldığı yerler mevcuttur. İşte bu
sebepledir ki biz gençlere büyük görevler düşmektedir. Nitekim
adil demokrasi düzeninin Osmanlı medeniyet havzasında zulme
uğrayan bütün ferdlerinin çığlığı bizlerin omzundaki en ağır
yüktür. Bu yükün bilincinde olmadan başarılı olmanın yolunu
bizden önceki başarı yakalamışları taklit etmek olduğunu
düşünmek ise gaflettir. Bu gaflete düşmek ise ihanettir. Madem
öyle bizlere düşen en hakiki görev tembellik şemsiyelerinin
altından çıkıp, koruyucu ve yönlendirici direktiflerin uzağında,
aldığımız ahlak ve iliklerimize kadar hissettiğimiz bilgi
birikimiyle hizmet için çabalamaktır. Bu hizmet adil demokrasi
bayrağını medeniyet kardeşlerimizle birlikte tutma çabası
olmalıdır. Büyüklerimizin bize öğrettiği, ailemizin bizlere
satır aralarında tembihlediği hep hizmetkâr olmak idi. Hizmetkâr
olmaktan gayri gayesi olanları ‘’hiç olmazsa yanımızdan
kovmakta’’ hikmet aramak gerekir.
Ahmed
Said Atılgan
İzmir İl Gençlik Kolları Başkan Yardımcısı
Dış İlişkiler Başkanı
İzmir İl Gençlik Kolları Başkan Yardımcısı
Dış İlişkiler Başkanı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder