21 Aralık 2014 Pazar

SAHİP OLDUĞUMUZ MADEN: MEDENİYET

Toplumların sahip oldukları değerler yaşadıkları coğrafyaya işlenmiş medeniyet kırıntılarının birer yansımasıdırlar. Bu yüzdendir ki batıda gelişmişlik belirtisi olarak gösterilen şey doğuda kültürsüzlük; doğuda gelişmişlik seviyesi olarak addedilen şey batıda çağdışı olmak şeklinde değerlendirilebilmektedir.
Bununla birlikte imparatorluk seviyesine ulaşmış devletler büyük medeniyet temellerinin üzerine inşa edilmiş, hatta bunlardan birkaçı kendi medeniyetini inşa edecek seviyeye ulaşmışlardır. Batının demokrasi anlayışında doğrudan demokrasinin etkili olması Osmanlı medeniyet havzasında vücut bulmuş Türkiye Cumhuriyeti’nde ise ‘’doğrudan demokrasi’’ felsefi alt yapısının hazmedilememiş olmasında medeniyet farklılıkları söz konusudur. Nitekim batının sahibi olduğu maddiyatçı demokrasi modelinde demokrasinin tam olarak yansıtılabilmesi için parlemento ve/veya başkanlık seçimleri yeterli gelmemekte toplumlar sivil toplumun desteğine ihtiyaç duymaktadırlar.
Yıllar yılı gelişmişlik seviyesini ‘’batının demokrasiye ulaşma yolları’’ üzerinden tanımlamaya çalışan geçmişten kopuk nesil ve müfredat tüm geri kalmışlığımızın sebebidir. Nitekim toplumun refaha erişmesi için batılı devletleri taklit etmek acziyetliği bizlerin zihni ve bedeni enerjisinin tüketmiş toplumu kendine güvensiz hale sokmuştur.
12 yıllık yükselen ivmemizin sebeplerinden en büyüğü toplumun harcında olan hizmetlerin gün yüzüne çıkarılmış olması, salt batı taklitçiliğinin reddedilmiş olmasıdır. Akılcılığı gelişmek için tek yol olarak gören geçmişi güdük toplumlar karşısında Türk toplumu aklın ve vicdanın ortak egemenliğini kabul eden tüm faaliyetlerde lider sıfatının kazanmıştır. İşte bu noktada Osmanlı Medeniyet havzasının kırıntıları bir bütünü oluşturmaya doğru ilerlemeye başlarken nev-i şahsına münhasır tabiatımız devreye giriyor ve temelimizi oluşturan devlet yönetim sistemimiz ortaya çıkıyor. Şeyh Edebali’nin Osman Gazi’ye vasiyeti hepimizin hatırındadır ve biliyoruz ki Şeyh Edebali ‘’insanı yaşat ki devlet yaşasın’’ demektedir. Bu vasiyeti bilmemize rağmen Osmanlı’nın kuruluş beyannamesi olarak sayılan bu vasiyet günümüz düşünürleri tarafından yeterince doğru yorumlanamamıştır. Zannedilenin aksine burada hedeflenen salt ‘’sosyal devlet’’ olgusundan çok daha geniş bir olgudur. Burada ifade edilmek istenen yönetirken hem halk ol hem önder, hem hak ol hem de halka bir nefer anlayışıdır. İşte bu noktada bizim terimimiz ön plana çıkıyor. Başarı ve başarısızlık arasındaki ince çizgi… İşte bu çizgi ‘’adil demokrasi’’ anlayışıdır.
ADİL DEMOKRASİ
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu kadrolarının hakkını yememek lazım . Onlar da demokrasi anlayışını kendilerine göre yorumlamışlardı. Lakin bu yorumlama halkı yansıtmak için değil halkı sindirmek içindi. Halkı sindirmek için olduğu gibi 1946’da açık oy gizli sayım kuralı getirilmiştir. Ama zaten bu olay hepimizin hatırındadır. O zamanki kadroların bir daha seçilmek için nasıl kumpaslar ve darbe senaryoları planlamış olduklarını hatta bu planlarını nasıl uygulamaya koyduklarını hepimiz biliriz. Türkiye’nin o zamanlar nasıl aciz bir ülke olduğunuda hatırlarız. Biliriz bilmesine de bizden önceki neslin korkaklığından mıdır muhakeme yeteneklerinin noksanlığından mıdır bilinmez hep aynı seneryoların tekrarlanmasına müsaade edilmiş adil demokrasi anlayışının hayata geçmesi sekteye uğratılmıştır.
Bu ülke 12 yıldır özünün arayışlarına girmiştir. Taklitçiliğin ve halkı hor görmenin kapandığı halkı hor görenlerin rezillik yarışına kapıldıkları bir gündür bu günler. Anadolu’nun ücra köşelerinden medeniyetin payitahtına, bürokrasinin başkentinden Ortadoğu ve Balkan’lardaki dede yadigarı kardeşlerime kadar herkesin ruhen ve bedenen desteğe koştukları bir hareket bugün demokrasiyi demokrasi olduğu için değil adil olduğu için kucaklamanın refahını bizlere aksettirmektedirler. Elbette bu hareketin eksik kaldığı yerler mevcuttur. İşte bu sebepledir ki biz gençlere büyük görevler düşmektedir. Nitekim adil demokrasi düzeninin Osmanlı medeniyet havzasında zulme uğrayan bütün ferdlerinin çığlığı bizlerin omzundaki en ağır yüktür. Bu yükün bilincinde olmadan başarılı olmanın yolunu bizden önceki başarı yakalamışları taklit etmek olduğunu düşünmek ise gaflettir. Bu gaflete düşmek ise ihanettir. Madem öyle bizlere düşen en hakiki görev tembellik şemsiyelerinin altından çıkıp, koruyucu ve yönlendirici direktiflerin uzağında, aldığımız ahlak ve iliklerimize kadar hissettiğimiz bilgi birikimiyle hizmet için çabalamaktır. Bu hizmet adil demokrasi bayrağını medeniyet kardeşlerimizle birlikte tutma çabası olmalıdır. Büyüklerimizin bize öğrettiği, ailemizin bizlere satır aralarında tembihlediği hep hizmetkâr olmak idi. Hizmetkâr olmaktan gayri gayesi olanları ‘’hiç olmazsa yanımızdan kovmakta’’ hikmet aramak gerekir.


Ahmed Said Atılgan
İzmir İl Gençlik Kolları Başkan Yardımcısı
Dış İlişkiler Başkanı

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder